Geniş yamacın ucuna doğru
ilerledikçe etrafındaki esinti sertleşmekteydi. Sanki “Gelme buraya” diyordu.
“Yaklaşma bana, benden sana fayda yok.”
Ama çocuk dinlemiyordu.
Umursamıyordu, umursayacak bir şey kalmamıştı elinde. Ayaklarının onu en
kenara, basacak yerin kalmayacağı noktaya kadar götürmesine izin verdi. Buradan
deniz ne kadar da güzel görünüyordu.
“Soğuk,” dedi kısa kollu penyesinin
altında açıkta kalan zayıf kollarını ovalarken. Oysa o anda üşüyen kolları
değil, kalbiydi.
“Demek buraya kadar,” diye
mırıldandı dalgınca, dalgaların kayalıklara çarpışını izlerken. Tam o anda
önünden hızla geçen bir martı dengesini yitirmesine, kendini sertçe geriye
atmasına neden olmuştu. Düştüğü yerde, sağ eli ile gözlerini kapatarak kahkaha
atmaya başladı.
“Ne kadar acınası durumdasın. Buraya
kadar gelmene rağmen, tamamen kararlı olmana rağmen hala hayatta kalmak için uğraşıyorsun.
Hala aşağıya düşmekten korkuyorsun. Ne kadar acınası…”
Çocuk, kolları yanlarında yavaşça
yere serdi kendini. Bulutlar ne kadar da yakın görünmüştü gözüne. Az önce
neredeyse düşmesine neden olan o martı sanki bulutlara erişmeyi deniyordu.
Sanki başaracaktı. Onun dışında her canlının bir amacı vardı.
“Peki ya benim amacım ne?”
Kollarını kaldırdı; bulutlara
erişmeyi istercesine. Derin bir nefes aldı. Gözlerinin çevresinde toplanan sıvı
birikintisini umursamıyordu.
“Benim neden bir amacım yok? Neden
diğerleri gibi gülüp eğlenemiyor, onlar gibi yaşayamıyorum? Benim eksiğim ne?”
Bu sorunun cevabını içten içe
bildiğini düşünüyordu. O yalnızdı. Yalnızlığa terk edilmişti. Aklının ermeye
başladığı günlerde fark etmişti onu tüm sıcaklığıyla kucaklayacak bir bağrın
olmadığını.
Ardından etrafını daha detaylı bir
şekilde inceler olmuştu. Sözde arkadaşları vardı bir zamanlar. Ama kimse onu
anlayamıyordu. Kimse hislerini önemsemiyordu. Sadece varlardı. Orada durup göz
kirliliği yaratıyorlardı. Ancak sormaya kalkışırsan daima dostun olduğunu iddia
etmeyi de ihmal etmezler.
O an sol bileğine bağlı olan yeşil,
ince bilekliği çıkartıp öfkeyle atabileceği en uzak noktaya fırlattı.
“Dostlukmuş. Hepiniz yalancısınız! Hepiniz gereksizsiniz!”
“Değil mi?”
Çocuk arkasından gelen sakin, ince
sesi duyunca şaşkınlıkla ayağa fırlayıp arkasını dönmüştü.
“Sen de kimsin?” diye sordu
karşısında duran, onun yaşlarındaki turuncu, uzun saçlı, çim yeşili bir elbise
giymekte olan kıza. “Ne arıyorsun burada?”
“İnsanlar…” dedi kız, eğilip çocuğun
attığı bilekliği alırken. “Ne kadar gereksizler, değil mi?”
Kız bilekliği koluna takıp,
gülümseyerek kolunda nasıl durduğunu izlemeye başlamıştı.
Çocuk ise kızın güzelliğinden
etkilenmiş, konuşamıyordu.
“Bu bende kalabilir mi?” Kız
gülümsemesini çocuğa yönelterek sormuştu. “Sakıncası yoksa?”
Çocuk yavaşça kafasıyla onaylamıştı.
Kız yanından geçip yamacın kenarına oturana kadar ses çıkartamamıştı.
“Ne kadar güzel değil mi?”
Kız derin bir nefes almıştı.
“İnsanlardan uzak, doğayla, denizle
bir olabildiğin, onları dinleyebildiğin bir yere sahip olmak.”
Çocuk tedirgince, kıza doğru bir iki
adım atmıştı.
“O-Oradan uzaklaşsan iyi olur.
Tehlikeli olabilir.”
Kız yerinden kalkmadan bakışlarını
çocuğa çevirmişti.
“Neden bana katılmıyorsun?”
“D-Dediğim gibi… Tehlikeli.”
Gülüyordu. Çocuk daha önce bu kadar
zarif bir gülüş gördüğünü hatırlamıyordu.
“Tehlikeli demek? İntihar ederken
ölmekten mi korkuyordun yoksa?”
“B-Ben…”
“Sadece etrafına bak.”
Çocuk kızın isteğini yerine getirip
çevresine kabaca göz atmıştı.
“Oradan değil.”
Kızın avuç içi, oturduğu yerin
yanına hafifçe vuruyor, bir şey anlatmaya çalışıyordu. Çocuk itiraz etmedi.
“Sence de çok güzel değil mi?” Bir
an için duraksayıp çocuğa yöneltmişti bakışlarını. “Doğa, hayvanlar… Bu
dünyanın sunduğu binlerce güzellik var. Buradan nefret etmek için milyarlarca
sebebin olsa da sadece bunlardan birini görmek, bunlardan birini hissetmek yaşamak
için yeterli bir sebep olmaz mı?”
Düşüncelere dalan çocuğu kızın
gülüşleri kendine getirmişti.
“Özür dilerim. Bu çok bencilce oldu
değil mi? Sanki benim zevklerimi taşımak zorundaymışsın gibi… Ama eminim seni
de buraya bağlayabilecek bir şeyler vardır. Henüz karşına çıkmamış olması,
olmayacağı anlamına gelmez.”
“Taşıyabilirim…”
“Efendim?” Kız şaşkınca sormuştu.
Bir an için çocuğun ne demek istediğini idrak edememişti.
“Senin zevklerin… Onları ben de
taşıyabilirim. Taşımak istiyorum.”
Çocuk derin bir nefes almıştı.
“Gerçekten de çok güzel.”
Kız sadece gülmeye devam ederek yanında
duran çocuğun omuzlarına yasladı başını.
“Değil mi?”