5 Haziran 2013 Çarşamba

Değil mi?

            Geniş yamacın ucuna doğru ilerledikçe etrafındaki esinti sertleşmekteydi. Sanki “Gelme buraya” diyordu. “Yaklaşma bana, benden sana fayda yok.”
            Ama çocuk dinlemiyordu. Umursamıyordu, umursayacak bir şey kalmamıştı elinde. Ayaklarının onu en kenara, basacak yerin kalmayacağı noktaya kadar götürmesine izin verdi. Buradan deniz ne kadar da güzel görünüyordu.
            “Soğuk,” dedi kısa kollu penyesinin altında açıkta kalan zayıf kollarını ovalarken. Oysa o anda üşüyen kolları değil, kalbiydi.
            “Demek buraya kadar,” diye mırıldandı dalgınca, dalgaların kayalıklara çarpışını izlerken. Tam o anda önünden hızla geçen bir martı dengesini yitirmesine, kendini sertçe geriye atmasına neden olmuştu. Düştüğü yerde, sağ eli ile gözlerini kapatarak kahkaha atmaya başladı.
            “Ne kadar acınası durumdasın. Buraya kadar gelmene rağmen, tamamen kararlı olmana rağmen hala hayatta kalmak için uğraşıyorsun. Hala aşağıya düşmekten korkuyorsun. Ne kadar acınası…”
            Çocuk, kolları yanlarında yavaşça yere serdi kendini. Bulutlar ne kadar da yakın görünmüştü gözüne. Az önce neredeyse düşmesine neden olan o martı sanki bulutlara erişmeyi deniyordu. Sanki başaracaktı. Onun dışında her canlının bir amacı vardı.
            “Peki ya benim amacım ne?”
            Kollarını kaldırdı; bulutlara erişmeyi istercesine. Derin bir nefes aldı. Gözlerinin çevresinde toplanan sıvı birikintisini umursamıyordu.
            “Benim neden bir amacım yok? Neden diğerleri gibi gülüp eğlenemiyor, onlar gibi yaşayamıyorum? Benim eksiğim ne?”
            Bu sorunun cevabını içten içe bildiğini düşünüyordu. O yalnızdı. Yalnızlığa terk edilmişti. Aklının ermeye başladığı günlerde fark etmişti onu tüm sıcaklığıyla kucaklayacak bir bağrın olmadığını.
            Ardından etrafını daha detaylı bir şekilde inceler olmuştu. Sözde arkadaşları vardı bir zamanlar. Ama kimse onu anlayamıyordu. Kimse hislerini önemsemiyordu. Sadece varlardı. Orada durup göz kirliliği yaratıyorlardı. Ancak sormaya kalkışırsan daima dostun olduğunu iddia etmeyi de ihmal etmezler.
            O an sol bileğine bağlı olan yeşil, ince bilekliği çıkartıp öfkeyle atabileceği en uzak noktaya fırlattı.
“Dostlukmuş. Hepiniz yalancısınız! Hepiniz gereksizsiniz!”
            “Değil mi?”
            Çocuk arkasından gelen sakin, ince sesi duyunca şaşkınlıkla ayağa fırlayıp arkasını dönmüştü.
            “Sen de kimsin?” diye sordu karşısında duran, onun yaşlarındaki turuncu, uzun saçlı, çim yeşili bir elbise giymekte olan kıza. “Ne arıyorsun burada?”
            “İnsanlar…” dedi kız, eğilip çocuğun attığı bilekliği alırken. “Ne kadar gereksizler, değil mi?”
            Kız bilekliği koluna takıp, gülümseyerek kolunda nasıl durduğunu izlemeye başlamıştı.
            Çocuk ise kızın güzelliğinden etkilenmiş, konuşamıyordu.
            “Bu bende kalabilir mi?” Kız gülümsemesini çocuğa yönelterek sormuştu. “Sakıncası yoksa?”
            Çocuk yavaşça kafasıyla onaylamıştı. Kız yanından geçip yamacın kenarına oturana kadar ses çıkartamamıştı.
            “Ne kadar güzel değil mi?”
            Kız derin bir nefes almıştı.
            “İnsanlardan uzak, doğayla, denizle bir olabildiğin, onları dinleyebildiğin bir yere sahip olmak.”
            Çocuk tedirgince, kıza doğru bir iki adım atmıştı.
            “O-Oradan uzaklaşsan iyi olur. Tehlikeli olabilir.”
            Kız yerinden kalkmadan bakışlarını çocuğa çevirmişti.
            “Neden bana katılmıyorsun?”
            “D-Dediğim gibi… Tehlikeli.”
            Gülüyordu. Çocuk daha önce bu kadar zarif bir gülüş gördüğünü hatırlamıyordu.
            “Tehlikeli demek? İntihar ederken ölmekten mi korkuyordun yoksa?”
            “B-Ben…”
            “Sadece etrafına bak.”
            Çocuk kızın isteğini yerine getirip çevresine kabaca göz atmıştı.
            “Oradan değil.”
            Kızın avuç içi, oturduğu yerin yanına hafifçe vuruyor, bir şey anlatmaya çalışıyordu. Çocuk itiraz etmedi.
            “Sence de çok güzel değil mi?” Bir an için duraksayıp çocuğa yöneltmişti bakışlarını. “Doğa, hayvanlar… Bu dünyanın sunduğu binlerce güzellik var. Buradan nefret etmek için milyarlarca sebebin olsa da sadece bunlardan birini görmek, bunlardan birini hissetmek yaşamak için yeterli bir sebep olmaz mı?”
            Düşüncelere dalan çocuğu kızın gülüşleri kendine getirmişti.
            “Özür dilerim. Bu çok bencilce oldu değil mi? Sanki benim zevklerimi taşımak zorundaymışsın gibi… Ama eminim seni de buraya bağlayabilecek bir şeyler vardır. Henüz karşına çıkmamış olması, olmayacağı anlamına gelmez.”
            “Taşıyabilirim…”
            “Efendim?” Kız şaşkınca sormuştu. Bir an için çocuğun ne demek istediğini idrak edememişti.
            “Senin zevklerin… Onları ben de taşıyabilirim. Taşımak istiyorum.”
            Çocuk derin bir nefes almıştı.
            “Gerçekten de çok güzel.”
            Kız sadece gülmeye devam ederek yanında duran çocuğun omuzlarına yasladı başını.

            “Değil mi?”