18 Mayıs 2014 Pazar

Ben En Değerlimi Kaybettim

     Merhaba Blog,

     Yine ben geldim, bi çayını içer o sırada dert yakınırım sana dedim. Bu seferki hikâye biraz daha farklı. Bu seferkinin içinde biraz daha ben olacak. Çok garip bir insanımdır ben, bilir miydin? Ondan olsa gerek arkadaşlarım da goril diye seslenir bana zaten. Bu garipliklerimin bir kısmı da değer yargılarımdadır. Tabi, bu şekilde söylersem çok yanlış anlaşılacak. Çünkü ben bu tanımlamayı kendi kafamda, muhtemelen senin anladığından -ya da anlamadığından- daha farklı bir anlamda kullanıyorum.

     Ne? Hayır, hayır. Kesinlikle sana aptal filan demedim. Olur ya anlaşılmaz, kafa karışıklığına neden olur bazı söylemler. Ben çok karşılaştım bu durumla. Genelde kulağımı hep en uzak yoldan gösterdiğim için insanlara kolay anlatamam içimdeki beni.

     Şu anda o yüzden senle konuşmuyor muyum zaten? Sen anlayacaksın. Biliyorum, çünkü sıkılsan da, istemesen de sana anlayana kadar anlatacağım bunu. Ben kendimden bir şey kaybettim, insanların fark edemediği bir şey. Bunu sana anlatayım ki, olur da o insanlar fark etmemekte ısrar ederse kafalarına sopayla vura vura sen de onlara anlatırsın bunu.

     Bunları konuşmak biraz da zor geliyor biliyor musun? Anılar canlanıyor; mutlu anılar. Sonrasındaysa bu anılara bir daha asla sahip olamayacağımı fark ediyorum. Çünkü o yok artık yanımda. Mutlu anıları keyifle anamıyorum ben blog. Onlar sadece beni daha fazla üzmeye yarıyor. Ama her şeyden önce bu insan, tek başına bu insan benim için o kadar büyük bir değere sahipti ki, hayatımın her anında karşıma çıkacak bir değeri sildim ben onun gidişiyle. Böylece insanlar ne zaman bana bu değerden bahsetse aklıma o gelecek. İnsanlara artık umursamadığımı söylediğimde, hayalimde onun gülümsemesi canlanacak. Bense içten içe ağlıyor olacağım.

     Peki nedir bu değer diye soracaksın şimdi. Direk o konuya mı girmeliyim yoksa önce işin hikâyesini mi anlatmalıyım karar veremedim. Ya da verdim. Bana biraz daha katlan olur mu? Önce olan bitenden bahsetmek istiyorum çünkü.

     Yukarıda da bahsettiğim gibi, benim hayatıma girmiş, tanımış olduğum bir insan vardı blog. Ne kadar değer verdiğimi hayal edebiliyor musun bilmiyorum ama, şu anda bile şu tuşlara basarken ellerim titriyor benim. Evet, doğru tahmin ettin, bir kızdan bahsediyorum.

     Benim hayatım genel çerçevede sessiz, sakin bir hayattır. Kafamı dışarı çıkartmayı pek sevmediğimden yeni insanları tanımam, yeni arkadaşlıklar kurmam. Çoğu zaman arkadaş edinmeyi istemiyorum bile. Ama bazı anlar var ki, bu arkadaş edinmeme kuralını birkaç dakikalığına yıktığım anlar, her şey üst üste gelmeye başlıyor. Sanki kapının önünde derin bir kuyruk bekliyormuşcasına, ben o kapıyı araladığımda, kapıyı tüm güçleriyle açmaya başlıyorlar. İçeriye akın akın giriyorlar. O kapıyı kapatmayı başarana kadar neler olduğuna anlam dahi veremiyorum.

     Onunla da böyle bir anda tanıştım. Kendimi kapattığım o ufak haneyi terk ettiğimde karşıma çıkan birkaç insandan biriydi. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama, herkesten daha çok dikkat çekiyordu. Herkesten daha güzel, herkesten daha tatlı, herkesten daha anlayışlıydı. Onunla konuştukça tüm sıkıntılarımı, sorumluluklarımı, hayata dair geriye kalan her şeyi unutur olmuştum. Sadece mutlu oluyordum ve her defasında bu mutluluğa yeniden kavuşmayı iple çekiyordum.

     Tahmin edebileceğin üzere ona aşık olduğumu fark etmem çok da uzun sürmedi. Kendimle savaşıyordum ilk başta, kendimi kandırdığımı, öyle hissetmek istediğim için aşık olduğumu düşündüğümü söyleyip duruyordum. Ama unutamıyordum onu; bana yaşattığı mutluluğu. Ardından kafama farklı düşünceler dolmaya başladı. Ben kimdim ki? Kendi içine kapanmış, hiçbir işe yaramayan, çirkin bir asosyal. Peki o kimdi? Bulunduğu, onunla tanışmış olduğum ortamın -ki bu ortam çok geniş bir çevredir- en popüler, en güzel, en sevilen insanlarından biri. Hikâyenin nereye gittiğini fark ettiniz değil mi? Bana bakmasının imkanı yoktu...

     Ama bu gerçeği, her ne kadar farkında olsam da kabullenmeyi bir türlü başaramadım. İşte sana 2.5 yıllık bir süreç blog. 2.5 yıl boyunca çektiğim en hafif ve en tatlı acım.

     Fazla detaya inmedim, çünkü onlar bende güzel. Ama bu 2.5 yıllık süreçte karşılaştığım tatlı bir inat vardı. Neden bilmiyorum, onun yakın arkadaşlarından biri olmama rağmen bugüne kadar hiç doğum günümü kutlamadı. Onla tanışmamdan bu yana üç doğum günü geçirdim. Hepsinde de sadece onun doğum günümü kutlamasını istiyordum. Kutlamadı.

     Bu unutması ya da bilmemesi ile ilgili bir durum değildi. Biliyordu, çünkü ortak çevremiz genişti o sıralar. Kendisi hatırlamasa bile diğerlerinden görüyor, duyuyordu. Hatta bu diğerlerinin benim kulak misafiri olabileceğim ortamlarda ona doğum günümden bahsettiğini görüyordum. Hani, git şunun doğum gününü kutla gibisinden şeylerden bahsetmiyorlardı tabi. Doğum gününde şöyle yapalım, böyle olsun gibi konuları konuşuyorlardı onun yanında.

     Belki de doğum günü kutlama prensibi yoktur diyeceksin şimdi de bana. Bilmem, belki de. Ama doğum günlerini kutladığını gördüğüm birçok insan var, onları ne yapmalı? Bu insanların bir kısmı ona benim kadar yakın değildi. Sadece onlarınkini kutlasa formaliteden yapıyor, yakınlarına yapmıyor demek, diye düşünürdüm. Ama ona benden daha yakın olan insanlar da vardı. Onlarınkini neden kutluyordu?

     Bu düşüncelerle uzun bir süre boğuştum. Ona ne kadar yakın ya da ne kadar uzak olduğumu anlamak istiyordum. Ona uzak olduğumu düşünemiyordum, çünkü canı sıkıldığında, bir derdi olduğunda benimle paylaşır, sıkıntısını gidermeme izin verirdi. Sadece sıkıntılarında da değil, mutlu olduğu anlarda bile, sadece konuşmak için beni arar ve saatlerce susmazdı. Daha önce hiç kimse ile konuşmaktan bu denli keyif almamıştım. Çalıştığım yerden, sırf iş kaytarmak için uzun uzun telefon konuşmaları yapıyor düşüncesiyle atılsaydım zerre üzülmezdim. O konuşmaların değerini hâlâ ölçemiyorum.

     Hatta o konu ile ilgili ufak, şapşalca bi detaydan bahsedeyim. Telefonda bana söylediklerinin yarısından çoğunu anlamazdım ben. Hem o sıralar telefonum arızalı olduğundan hem de bazen çok hızlı konuşmasından kaynaklanıyordu bu. Cümlelerinin yarısından çoğunu kafamda kurup, o şekilde anlamlandırmayı deniyordum. Ne söylediği umrumda değildi ki zaten, sesini duyuyordum, daha ne isteyeyim.

     Tabi bu son anlattıklarım 2.5 yıllık sürecin ortalarına denk gelen dönemler. 2.5 yılın sonunda ne oldu biliyor musun? İçime bir kurt düştü. Merakım git gide beni kemirmeye, tüketmeye başladı. Onun için herhangi bir değerim var mı? Acaba o da beni yakın bir dostu olarak görüyor mu yoksa bunları ben mi kafamda kuruyorum?

     Bu düşünceler çok can sıkıcı bir hal alır olmuştu. Ben de bir süre sessizliğe çekilmeye karar verdim. Bana değer veriyorsa bir şekilde beni özler. Arar, mesaj atar, konuşma başlatmaya çalışır. Bir şey yapar diye düşünüyordum. Yokluğumu fark etmesini istiyordum. Çünkü ben onun eksikliğini hissediyordum. Onu özlüyordum.

     Fark etmedi.

     Üstünden zaman geçti. Ben konuşmadıkça o daha da uzakta kaldı. Beni hatırlamadı, bana bir şey demedi. Adım geçmiyordu. Ben uzaklaşırken, onu izlerken o yeni arkadaşlar edindi. Yeni yakın dostlar, yeni ortamlar. Yerim doldurulmuştu.

     İşte bunu anladığım anda hayatım alt üst oldu benim blog. Sevgimin karşılıklı olmadığını biliyordum ama yine de bu derece değersiz olduğumu görmeyi kaldıramadım. O an hem ben onu hem de o beni kaybetti. Hayatımdaki en kıymetli varlık öylece silinip gitti. Bu olayın üzerinden neredeyse 1 yıl geçti. Şu anda benim kim olduğumu hatırlıyor mu, o da merak konusu.

     Hatırladığını biliyorum gerçi. Ama ilk defa bu kadar uzağım ona, ilk defa ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlayamıyorum. İlk defa elimi uzattığımda ona erişemiyorum. Bu benim çok canımı yakıyor blog. Ama ben bu acıyı unutmak istemiyorum.


     Bu yüzden onunla birlikte ben doğum günlerini sildim hayatımdan. Artık doğum günleri benim için mutluluğu, kutlamaları simgelemiyor, onun yanımda olmadığını hatırlatıyor. Bu yüzden insanların doğum günümü kutlamasını istemiyorum. Bu yüzden ben artık hiçbir doğum gününü kutlamıyorum. Gördüğüm her doğum günüyle onu hatırlıyorum. Ve ben onu unutmak istemiyorum...

4 Mayıs 2014 Pazar

Yaz lan!


     Merhaba blog.

     Son görüşmemizden bu yana epey zaman geçti değil mi? Biliyorum, çünkü aptalım.

     Bu yazıyı neden yazıyorum diye düşünenler, bunu görenler olacaktır muhtemelen. Onlar için şöyle bir not bırakayım blog: ara sıra böyle olur bana, içimi dökesim, birilerine birtakım açıklamalar yapasım gelir. Bunu hem sıkıntıda olduğumda, hem de ilerlediğim, kendim için iyi olan bir karara vardığım anlarda yaptığım olur. O yüzden bu tür yazıların tamamını kötü olarak düşünmesinler olur mu?

     Ama bunu kötü amaçla mı yazıyorum? Hayır, hayır, hayır... Hiç alakası yok. Aslında bu yazı bir nevi yaptığım hataları, fark ettiğim hataları belirtip bu tür hatalara düşme ihtimali olan, bir yol göstericiye ihtiyaç duyan insanlara merhaba demek.

     Sen beni az çok tanırsın blog. Bir süredir buralardayım, seviyorum da buraları. Bilirsin yazı yazmayı ne kadar sevdiğimi. Peki hiç düşündün mü bu çocuk neden bir şey yazmıyor?

     Ben düşündüm. Sürekli düşünüyordum. Kendime bu konuda ne diyordum biliyor musun? "Henüz zamanı gelmedi. Henüz yeterince iyi değilsin. Henüz bunu yazmaya hazır değilsin."

     Bu düşünceler adeta uzun bir süre içimi kemiren yegane unsur oldu. Hazır değildim, kötü olmaktan, başaramamaktan korkuyordum. Bu korkunun beni o anda olduğumdan da beter bir hale getirdiğini fark edemedim. Ben ne yapıyordum?

     Sanırım bunun da cevabını biliyorum. Bunca zaman gelişmiyor, aksine kendimi köreltiyordum. Saçma sapan bir korku yüzünden kendime engel oluyordum. Oysa en temel olanı; bu yola ilk girdiğimde öğrendiğim kuralı unutmuştum: "Ancak yazarak gelişebilirsin."

     Ne demek istediğimi, nereye varacağımı az çok anlamışsındır sen blog. Ben bir aptallık yaptım, iyi olmadığım için yazmayı bıraktım. Yazdıklarımı beğenmedim, paylaşmaya değer bulmadım. Daima daha iyisini yapabileceğimi düşündüm. Ama bunları düşünürken hiçbir şey yapamadığımı da fark edemedim.

     İşte tam olarak bu nedenle ben yeni bir karar aldım blog; yazacağım. Belki kalitesiz olacak belki kaliteli, belki beğenilecek belki okunmayacak bile ama ben yazacağım. Neden biliyor musun? Çünkü bunu yapmayı seviyorum. Değer verdiğim şeyleri kaybetmek istemiyorum.

     Ve bunu okuyan insanlara ne demek istiyorum biliyor musun blog? Evet, aynen öyle. Onlara yazmak istiyorlarsa, yazmayı seviyorlarsa korkmamalarını söyle benim için. Ne kadar iyi veya ne kadar kötü olduklarını düşünmeleri mühim değil. Yazmazsan, ilerleyemezsin.

     Teşekkür ederim blog. Ben geri dönmek için uğraşıyorum. Biliyorum, sen beni dinlersin. Neticede sen Farklı Bir Dünya'sın.